Ethem Baymak

painter poet writer

REVIEWS

Ethem Baymak’ı Yazmak Ya da Gül Bahçesinden Gül Toplamak
Doç. Dr. Mustafa Hatipler
Attâr, Nişabur’da yolda Mevlana ve babasıyla karşılaştığında, Mevlana, henüz on yaşındadır ve babasının arkasından yürümektedir. Attâr, Mevlânâ'yı görür görmez onun dehasını fark eder ve bunu babasına müjdeledikten sonra şaşkınlıkla: “Allah Allah, bir umman bir derenin ardı sıra yürüyor.” diye mırıldanır… Attâr’ın şaşkınlığı misali, dilin bütün enginliğine, Türkçemizin bütün güzelliğine rağmen, bir dere değil gözü yaşlı bir su zerresi bile olamamış biçare yüreğimle, bir umman; resimde, şiirde, sözde bir okyanus olan Ressam ve Şair Dr. Ethem Baymak nasıl anlatılabilir? Şiirlerini yazsam, konuşmaları eksik kalacak, Rumeli resimlerini yazsam nonfigüratif çalışmaları eksik kalacak… Suzi Çelebi’yle sohbetini yazsam, Aşık Çelebi darılacak… Resmettiği eski evleri yazsam, resmettiği köprüler ayaklanacak… Prizren resimlerini yazsam, Edirne, Konya, İstanbul, Saraybosna, Üsküp, Akova, Budva… isyan edecek… Bu eksiklik, bu yetmezlik nedendir? Mevlana, Attâr için: "Attâr, aşkın yedi şehrini gezdi de, biz ancak bir sokağının dönemecindeyiz!" diye yazar. Ethem Baymak, aşkın, sevdanın, tarihin, coğrafyanın, sanatın, kültürün, kavganın, mücadelenin, insanı sevmenin, şiirin, edebiyatın, resmin, müziğin yedi şehrini tamam etmiştir... Bu eksiklik ondandır. Bu eksiklik, Ethem Baymak’ı yazmanın onurudur, tarifsiz güzelliğidir.
Zordur Ethem Baymak üzerine kalem oynatmak, kelam etmek… Mangal gibi yürek ister, tarih ister, kültür ister, sanat ister, bilgi ister, birikim ister, Rumeli’de yaşananları geçmişten bugüne bilmek ister… Bu kadar da yetmez; Türkçeyi, Türkçe sevdasını bilmek ister… Gelin, söze şiirle, Ethem Baymak’ın bir şiiriyle başlayarak bu zorluğun kapısını birlikte aralayalım…

“Bir akşam vakti kar yine yağıyordu ki
Şehir upuzun uykusunda
Sıcacık çorbasını yudumladı
Zamanın dişleri bir bir dökülüyor
Saatin ters dönen akrebine inat
İki kişi geldi /siyah deri paltolu
Kapıyı çaldılar /babamı aldılar.
Anam / anadilimi ve beni gizledi
Şiirimin son dizesinde…”

Şehrin upuzun uykusunda çalar hep sirenler geceyi bölmek için… Şehrin upuzun uykusunda dökülür hep dişleri zamanın… Şehrin upuzun uykusunda çalar hep kapılar, aniden… İşte böyle bir uykusunda şehrin, Baymak, kendini ve ana dilini, Türkçeyi emanet alır anasından… Ethem Baymak, anasının şiirinin son dizesinde sakladığı anadiline o kadar düşkündür ki, onun için Türkçe, benliğidir, onun için Türkçe; Rumeli’nin onur bayrağıdır. “Türkçe” ve “Rumeli” aslında Ethem Baymak’ın yaşama sebebidir. Bunu şöyle ifade eder: “Evet, onurdan öte bir olgu olsa gerek. Çünkü Rumeli insanın özünde Türkçe yatar. Bir bayrak gibi kutsaldır. Kutsal olduğu kadar da gurur kaynağıdır. Milli kişiliğimizin bir meşalesidir Türkçemiz. Türkçemizle yatar, Türkçemizle kalkarız. Su kadar, ekmek kadar gereklidir güzel dilimiz, Türkçemiz. Dilimiz bir kişiliktir Türkiye dışında yaşayanlar için. Bir kişilikten ötedir... Sonra, dinimiz ve sonra da gelenek, göreneklerimiz, kültürümüz, sanatımız..” Ethem Baymak 1952 yılında Prizren’de doğar. İlk ve orta öğreniminde sonra Yüksek Pedagoji Okulu'yla yüksek öğrenimini tamamlar. Türk Dili ve Edebiyatı’nda lisans, yüksek lisans ve doktorasını yapan Ethem Baymak, uzun süre Priştine Radyosu Türkçe yayınlarında gazetecilik ve kültür yayınları sorumluluğu yapar. Günce, Süreyya Yusuf, Naim Şaban, Günsalkımı, Sevişmenin Tam Zamanı, Ressam Amca Renkleri Çizdi, Rumeli Yazgımın İnce Dalı, Bana Renkleri Anlat Ressam Amca Çocuklar için Şiirler, Rumeli Çeşitlemeleri ve Türkçem Rumeli’nin Onur Bayrağı isimli şiir ve araştırma kitaplarını yayımlar. Ayrıca, XX. yüzyılın Karagöz ve Hacivat 'ı isimli TV Oyunu, İnek ile Sinek, Gül ve Diken, Caro ile Curo, isimli kısa radyo oyunları çalışmaları vardır.
Yazın alanındaki bütün bu güzelliklerin yanında iyi bir udi olan Ethem Baymak’ın asıl çalışma alanı resimdir. Resim konusunda da büyük bir usta olan Ethem Baymak, Yugoslavya, Türkiye ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde 100’e yakın kişisel resim sergisi açmış bir resim sanatçısıdır. TÜRKSOY’dan BAKUSET’e kadar birçok büyük sivil toplum örgütünün gerçekleştirdiği resim ortak çalışmalarının en önemli ismi Ethem Baymak olmuştur. Defalarca yılın sanatçısı ilan edilmiş olan Ethem Baymak, Rumeli coğrafyasında 15 yıldır, geçmişi bugüne, bugünü yarına taşımayı görev edinmiş Sanatla Uyanmak Festivali’nin kurucusu ve Onursal başkanıdır.
Ethem Baymak kendisini: “Beş yüz kusur yıllık kocaman ve şanlı bir tarih yelpazesinde atalarımızın inşa edip bizlere miras bıraktıkları o birbirinden güzel ve değerli camilerin, medreselerin, köprülerin, hamamların, çeşmelerin sadık bekçisi” olarak, “Yıllardan beri bıkıp usanmadan yüklenip taşıdığı bu kutsal ve soylu misyonla Türk eserlerini bağrında sonsuz bir sevgiyle kucaklayıp hamurlayarak tablolarında yaşatmaya çalışan bir sanatçı” olarak, “Kökenlerimizi buldurtan. Ve hepimizi bir Balkan neferi haline getiren soylu bir aydın” olarak tanımlayan Ressam Fatma Elvin hanımefendiye verdiği bir mülakatta şöyle anlatır: ‘’Koşmaz isem yorulurum işte o zaman yaşlanırım. Hayatın dişlilerine takılmamak için direnmek için hayatla bir hareket etmek lazım. İşim, benim enerjim, en büyük aşkımsa boyalarım tuvalim, her buluşmama daha bir heyecanla gidip kendimi onun kollarında sakinliyorum. Deli kırmızılarda coşarken, dere mavisinde yıkanıyor, taşlarda güneşleniyorum. Sonra geriye yaslanıp derin bir rahatlamada bakıyorum her bir mimari canlandıkça tablolarıma. Sanatımda halkımın yazgısını, varlığını ve yaşamını, çilelerini yansıtmaya çalışıyorum.” Hal böyle olunca, Ethem Baymak’ın her fırça darbesinde, her mısrasında neden
nilüferlerin suyun üstünde açtığı, bir yıldızın gecenin sırtından kaydığı, neden güzeller sofrasında nihavent faslı’nın olduğu, neden atlılar yiğidin peşinden koştuğunu anlamak daha kolay olur. Hal böyle olunca, Ethem Baymak’ın hangi duyguyla, yeni doğan güne, açan çiçeğe, ağlayan bebeğe, telaşlı karınca’ya, toprağı süren çiftçiye, suda yüzen balığa, hava da uçan kuşa, gemisi bekleyen limana, esen yellere, engin dalgalara, acı acı öten beyaz martıya, gül yaprağında çiğ damlasına, yaşlı çınarda ince dala, yarınlara çiçek açmağa, insanca yaşamağa, özgürce koşmağa, barış soylu güvercin’e ve canlar’a, merhaba dediği de daha güzel bilinir.
Ethem Baymak, bir Rumeli aşığı, Rumeli sevdalısıdır. Bütün çizgilerinde derin bir göçün yalnızlığı, bütün renklerinde ağır bir hüznün derin suskunluğu saklıdır… Onun Rumelisi, herhangi bir coğrafi yerin adı değildir. Onun Rumelisi, tarihin içinde kalmış bir olayın, ya da yaşanmış zamanın adı hiç değildir.
Onun Rumelisi; “şairlerin döllendiği namus yatağı”dır.. Onun Rumelisi;“kanayan yara örneği”dir. Onun Rumelisi; “boşalan köylerim ezilen toprağım susturulan halkı”dır… Onun Rumelisi; “kurutulan çınarım inadına yeşil” olandır. Onun Rumelisi; “suyu pak, soyu saydam, Türkçesi arı” olandır. O yüzden hep Rumeliyi konuşur dost meclisinde Ethem Baymak… O yüzden hep Rumeliyi yazar dizelerinde. O yüzden hep Rumeliyi çizer tuvale, Rumeliyi boyar rengarenk…
Calvino’nun Görünmez Kentler’de Kubilay Han’la Marko Polo arasında geçen bir konuşmayı şöyle yazar:“Şafak sökmüştü ki:
"Efendimiz, bildiğim kentlerin hepsini anlattım sana," dedi.
"Hiç sözünü etmediğin bir kent kaldı." Marco Polo başım eğdi.
"Venedik," dedi Han. Marco gülümsedi.
"Bunca zaman ne anlattım sanıyorsun ki sana?" İmparator istifini bozmadı:
"Hiç duymadım oysa adını andığını." Ve Polo:
"Ne zaman bir kent anlatsam Venedik'le ilgili bir şeyler söylüyorum.”
İşte Ethem Baymak; ne yazmışsa, ne çizmişse, ne boyamışsa, ne konuşmuşsa söylemişse, mutlaka Rumeli’yle ilgili bir şeyler yazmış, çizmiş, boyamış, konuşmuş ve söylemiştir.
Bazen Suzi Çelebi olmuş Rumeliyi anlatmıştır, Ethem Baymak. Bazen Hacı Ömer Lütfü, bazen Aşık Ferki. Bazen Evliya Çelebi olmuş, Rumeli’yi Çelebi’nin gözünden, kalbinden resmetmeye çalışmıştır. Ethem Baymak’ın çizdiği ve herkesin hayran olduğu birçok şehir resimleri aslında Evliya Çelebi’nin kalbinin attığı, elinin okşadığı çalışmalardır. O Rumeli’yi resmederken, sanat olsun diye yapmaz. O Rumeli’de yadigârımız olan evleri, köprüleri, sokakları Evliya Çelebi’nin ruhuyla, gözüyle gönlüyle çizer. Ve çizgilerinin arasına, renklerinin mayasına mutlaka birkaç damla gözyaşı saklar… Ethem Baymak’ın, çizdiği Mostar Köprüsü’nü, Prizren’i, Üsküp, Saraybosna’yı, Blagay’ı, Dirina Köprüsünü, Bosna köprüsünü ve daha birçok şehir, sokak ve eski evleri diğer ressamların çizdiklerinden farklı kılan budur. O Rumeli’yi: “Gerek savaşlar, gerekse ihmaller ve kasıtlar yüzünden Osmanlı döneminden günümüze dek gelip ayakta kalabilen birçok eserlerimiz yok oluyor. Onları unutulmuşluktan, yok olmaktan kurtarıp genç kuşaklara aktarabilmek için yapıyorum bütün bunları” diyerek yazar ve çizer… Onun resim sanatına başlaması da aslında yaşadığı coğrafyada yıkılan Osmanlı eserlerini çizmek ve onları bugüne ulaştırmaktır. “Eğer ki ben bu resimleri çizmezsem benden sonra gelecek nesiller bu eserlerin varlığından bihaber olacaklar.”
Bazen de Aşık Çelebi olur, Ethem Baymak; Tuna boyun bırakır kalbini hatta Tuna olur akar, Karadeniz’e oradan İstanbul’a ulaşır… Tuna onun için bir nehir değildir, Can’dır, canıdır… Ethem Baymak için Tuna; bir efsanedir, bir destandır, bizim halk türkümüzdür, gülen ayvamız, ağlayan narımızdır... Ethem Baymak için Tuna, sabrın - işkencenin/ yenginin, yenilginin yanan meşalesi, 600 yıllık İmparatorluğun upuzun gerilen köprüsü, şanlı tarihimizin mermerde kazınan belgesi, Rumeli insanının atardamarı, ulusal kimliğidir… Bununla da bitmez Ethem Baymak için Tuna… Onun için Tuna; Türkçemizin taçlandığı mekânımız, Rumeli topraklardan akan serin serin kanımızdır. Baymak’a göre; “Tuna bu; şakaya gelmez. Bir bakarsın bir gelin duvağı gibi sakin ve saydamdır... Bir bakarsın ki yaban taylar gibi boz bulanık, delidolu akar...” Onun için Tuna; artık nehir olmaktan çıkmış, Türk halkının bir onur bayrağı olmuştur. Türk halkının göz nuru, kanayan yarası, dert ortağı, tatlı belasıdır... Tuna, türkümüzün kıvrak sesi... Ağıtımızın yanık seslenişidir... Tuna, acının-tatlıya bağlandığı, nefretin-aşka dönüştüğü, iki delinin bir arada kucaklaştığı mekânlar mekânıdır...”
Bir Rumeli şairinin ifadesiyle; kalbi kurşun yarası, dudakları susuzluktan çatlaktır Ethem Baymak’ın… Bütün renkleri bilir, sever ve kullanır, resimlerinde ve şiirlerinde. Onun için siyah, karamsarlığı, korkuyu, kötülüğü ve ölümü sembolize ederken, beyaz barışı, temiz ruhluluğu, saflığı, dürüstlüğü özetler… Ama en çok da maviyi sever. Mavi onun için bir başkadır. Mavi, sema, gökyüzü, gök kubbedir, bütün milleti, bütün toplumu bir ruh, bir şuur etrafında toplayan gök kubbedir. Yeşili de çok sever. Ama yeşiller içinde en çok sevdiği yeşil, Mostar’dan akan Neretva nehrine verdiği adla; “Evliya Çelebi yeşili”dir.
Ethem Baymak, Rumeli’nin Dağlarca’sı, Yunusça yazanı, Mevlana gibi düşünenidir. Rumeli’nin yaşayan Yahya Kemal’idir Ethem Baymak; o yüzden durmadan içindeki “Kaybolan Şehri” arar, o yüzden “Ben girmeden hayatı şafaklandıran çağa/ Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa” mısralarını ağlayarak okur…
“Ölümsüzlük nedir? Ölümsüzlük çok yaşamak mıdır?” diye sorar bir gün Huang-hu hocasına. Hocası cevap verir: “Ölümsüzlük çok yaşamak değil, ardında eser bırakmaktır.” Sonra hocası devam eder: “Unutma, bengisuyu, ölümsüzlük suyunu içenler, ardında eser bırakanlardır...” Ethem Baymak da bu ölümsüzlük suyunu, bu dirilik suyunu, bu ab-ı hayat’ı bulmuş ve içmiş olanlardandır. Zulmet ülkesinden Bengisuyunu bulduğu için olsa gerek, Ethem Baymak’ın söylediği sözlerde, yazdığı dizelerde, çizdiği resimlerde, tuvale vurduğu renklerde hep şah-ı galsam, şahmeran, imperan ve zümrüd-ü anka gizlidir.
Ethem Baymak’ı anlatmanın acizliği ile başlamıştım bu yazıya. Bu acizlik bütün ihtişamıyla sürüyor ne yazık ki. Acizliğimi bağışlayın lütfen.
Ethem Baymak’ı bir ağaca benzetmek gerekseydi, çınar derdim, yanına yaşlı çınarda genç fidanı ekleyerek…
Ethem Baymak’ı bir camiye benzetmek gerekseydi, Sofu Sinan, Üç Şerefeli, Eski Camii ve Selimiye, Gazi Hüsrev Begova derdim…
Ethem Baymak’ı bir şehre benzetmek gerekseydi, İstanbul derdim, Prizren derdim, Üsküp dedim, Saraybosna derdim…
Ethem Baymak’ı bir tarihi şahsiyete benzetmek gerekseydi, Yunus derdim, Mevlana derdim, Suzi Çelebi derdim, Aşık Çelebi derdim, Evliya Çelebi derdim…
Ethem Baymak’ı bir çiçeğe benzetmek gerekseydi, karanfil derdim, gül derdim.
Ethem Baymak’ı bir dağa benzetmek gerekseydi, Rodop derdim, Vodno derdim, Şar derdim…
Ethem Baymak’ı bir köprüye benzetmek gerekseydi, Dirina köprüsü derdim ve en çok da Mostar Köprüsü derdim.
Yazımızın başlığını ‘Ethem Baymak ‘ı Yazmak Üzerine Ya da Gül Bahçesinden Gül Toplamak’ koymuştuk. Bilenler bilir gül bahçesinden gül toplamak çok meşakkatli bir iştir. Genellikle sabahın çok erken saatlerinde ya da akşam serinliğinde başlar gül toplama işi. Güllerin her biri o incecik dalından koparılırken, onları koparanların parmaklarına sevgilerini, sevdalarını ve kokularını bırakırlar. Gül çamuru denir o bıraktıklarına. Gülleri toplayanlar o gül çamurunu incecik bezlere sarıp sarmalayıp bir şeref nişanı misali koyunlarında saklarlar… Ethem Baymak, Rumeli’nin evlerinin, köprülerinin, sokaklarının, nehirlerinin, kısacası Rumeli’nin şehirlerinin, tarihinin, coğrafyasının gül çamurudur, bizlere kalan.
Dağlarca’nın dizeleri adeta Ethem Baymak’ı anlatmak için yazılmıştır. Çünkü Ethem Baymak; sabahların yaşadığı yalnızlıktır, geceleyin yolcusuz sokaklardaki sessizliktir, hayatın oyundaki sükûna değen sesi”dir... En çok da Rumeli’de eski bir gramafondur Ethem Baymak…
“ağlayan narım yok rumeli’de
gülen ayvam kaldı çocukların gülüşlerinde
bir ağaç her mevsim bahar açar/meyve vermez
rodop dağları sisli
tuna suları yaslı.
ipinden koparılmış balonlar bir yerlere gider
gider dörtnal koşan atlılar/geri dönülmeyen bir yolda
gidiş o gidişin acemileri onlar
onlar yaraya tuz
yüreğe hançer
ölüme meydan
rast makamında fasıla geçilir
alaturka saatiyle vurur çanlar estergon kalesinde
ağlayan narım yok rumeli’de
gülen ayvam kaldı çocukların gülüşlerinde.” diye durmadan çalan eski ve yorgun gramafon…

————————————
Ethem Baymak - Malerei als kulturelles Gedächtnis (Oktober 2018)
Gabriele Schaffartzik
Der Balkan ist bekannt für seine kulturelle und religiöse Vielfalt. Trotzdem ist derjenige, der aus Mitteleuropa kommend das erste Mal den Balkan besucht, überrascht  von der besonders interessanten Mischung der gesellschaftlichen Einflüsse und der historischen Baudenkmäler.
Das osmanische Reich hat hier seine Spuren hinterlassen, in den Bereichen der Sprache, der Musik, aber insbesondere auch in der Volkskultur und Architektur.
Auf Schritt und Tritt begegnen wir auf dem Balkan der osmanischen Baukunst, insbesondere in Bosnien, Mazedonien und dem Kosovo.  Manches ist kaum mehr als eine Ruine aber manches auch noch bis heute eine Pracht.
Einen besonderen Einblick  in die Geschichte der Baukunst auf dem Balkan erhielt ich in Prizren,  Kosovo, beim Besuch einer Ausstellung des Malers Ethem Baymak. Ethem Baymak ist türkischer Abstammung und in Prizren geboren. In seinen Bildern konnte ich nicht nur die alten Straßenzüge Prizrens wiederentdecken, sondern überhaupt die Baudenkmäler aus osmanischer Zeit auf dem Balkan.  Die  verloren geglaubten Straßenzüge, Bauten werden in seinen Bildern wieder wach.  Das Vergehen der Zeit kann kaum deutlicher gemacht werden als in diesen Bildern mit den steinalten Häuserfassaden.
Ethem Baymak malt mit leichter, beschwingter Hand. Der Pinsel beginnt die Gebäude genau zu beschreiben, um dann unerwartet einige Pinselstriche nicht zu setzen und die Linie, die Farbe und die Fläche selbst sprechen zu lassen. Da ist kein einziges Bild malerischer Routine geschuldet. Bei jedem Bild vertieft sie sich in die Möglichkeit den Zauber eines Augenblicks zu bannen. Baymak hat bereits vor langer Zeit seinen unverwechselbaren Stil gefunden. Seine Aufmerksamkeit gilt den kleinen Schritten von einer Farbe zur anderen, die Farben verdichten sich zu einem atmosphärischen Kolorit, durch Licht und Schatten baut er spannungsvolle Beziehungen auf.
Gebauter Raum verkörpert immer das kulturelle Gedächtnis, und für die Menschen sind anhand historischer Gebäude Erinnerungen abrufbar. Und so sind Ethem Baymaks Bilder "Landkarten des Gedächtnisses". Sie sind ein subtiler und machtvoller Umgang mit der Vergangenheit. Ethem Baymak erhält die Architektur in seinen Bildern am Leben und sorgt so für Kontinuität und  das Überleben des kulturellen Erbes. Seine Bilder sind historische Stadtlandschaften, manche haben die Schnittstelle zwischen Stadt und Land zum Thema, und sie stehen in der großen Tradition der Vedutenmalerei des 17. und 18. Jahrhunderts.

————————————